Kimi zamanlar kendimizi dünyadan tamamen kopmuş, sadece kendi işimize gömülmüş gibi hissederiz. Oysa tamamen farklıdır. Sabah içtiğimiz çayın tadından tutun da geceleri bizi uyutmayan o belirsiz kaygıya kadar her şey aslında yaşadığımız zamanın bir parçasıdır. Thomas Mann da çok güzel bir konuya değinmiş bu romanında. Insan sadece kendi özel hayatını yaşamaz, aslında farkında olsa da olmasa da kendi çağının ve o çağdaki diğer insanların hayatını da beraberinde taşır. Yani bugün yaşadığınız o gecikme telaşı ya da sürekli bir şeyleri kaçırma korkusu sadece sizin kişisel meseleniz değil, bu içinde bulunduğumuz dijital çağın hepimize ortaklaşa yaşattığı bir durum.
Aslında hiçbirimiz, sınırları çizilmiş tekil bireyler değiliz. Etrafımızda olup bitenler ve çağın getirdiği yenilikler, ruhumuza bir şekil bağlanıyor. En bağımsız kararlarımızı verdiğimizi sandığımızda bile o anki ruh tarafından yönlendiriliyoruz. Bu durum bizi birbirimize sandığımızdan çok daha tıpkı görünmez sinir ağlarıyla bağlıyor.
Kısacası hayat hikayemizi yazarken ve resmedirken kalem bizim elimizde olsa da mürekkebi, içinde yaşadığımız bu tuhaf ve hızlı zamanları dolduruyor. Belki de bu yüzden, başkalarının dertlerini duyduğumuzda yada dünyada bir şeyler olup bittiğinde neden bu kadar etkilendiğimizi şimdi daha iyi anlayabiliriz. Çünkü hepimiz, sadece kendi öykümüzün kahramanı değil, hep birlikte aynı büyük, karmaşık ve devasa hikayenin farklı satırlarını yazan ortak yazarları oluyoruzdur.
[Haktan Erkin Erdem, 11-D, 980]
Yorumlar
Yorum Gönder