NİSANUR KUCUR 11-D 1333
Sizce insan bu dünyaya John Locke'un düşündüğü gibi zihni boş, şekillendirilmeyi bekleyen bir oyun hamuru gibi mi gelir, yoksa Sokrates'in dediği gibi tüm bilgileriyle, inançlarıyla mı gönderilir?
Bana soracak olursanız John Locke'un dediği gibi insan zihni doğduğunda boştur. İdamı bekleyen bir mahkum gibi toplumsal normlarla boğulmaya, yıllarca sorgulanmadan tabulaşmış çizgilerle kısıtlanmaya mahkumdur. Çocuk doğduğu andan itibaren bunlara maruz bırakılır. Düşünce yapısı, doğrusu yanlışı, ahlaki normları, kullanacağı dilin zengiliği bile büyürken aldığı dönütlere bağlıdır. Çoğu çocuk kendisine empoze edilmiş fikirleri, doğru kabul edilen normalleri sorgulamadan özümser. Bazen bu zorunlu bir kabul ediştir. Toplumsal baskı veya sürü psikolojisiyle açıklanabilir.
Bazen de körü körüne kabul eder insan. Bu fikirleri, inançları hatta psikolojik sorunları bile bırakmaması gereken bir emanet gibi sırtında taşır. Hayata karşı beli bükülür. Bazen bu yükler cok ağır gelir ama bırakırsa eksik kalmaktan korkar. Kaç nesilden böyle geldiği kaç nesile daha miras kalacağı bilinmez. Peki böyle sonsuza kadar sürer mi? Bu zinciri kırabilecek bir baba yiğit elbet çıkar -şanslıysanız-. Ayıplanma korkusu taşımadan, cesurca o yüklerken bir bir kurtulur. Korkarak bir hayat yaşamaktansa kendi istediği hayatı yaşamayı tercih eder. Kendisinin kendi başına bir birey olabileceğini hatırlar. Bu öncüler bazı kişilere ilham olur, önlerini açar. Bazı kişiler ise içten içe imrenir fakat bu cesareti kendinde bulamaz. Ellerinden sadece eleştirmek, ayıplamak gelir. Bu kişilerin hayatımızdaki yerleri kuru gürültüden fazlası olmamalıdır. Çünkü hayat başkalarının idaellerine göre yaşamak için fazla kısadır. Osho'nun da dediği gibi "Kendi olma cesaretini gösteren herkes, dünyanın geri kalanını karşısında bulur; ama kazandığı şey dünyadan çok daha değerlidir: Kendisi."
Yorumlar
Yorum Gönder